EŞİTLİK FİZİKSEL GÜÇ MÜDÜR?
- Neslihan Kalaycı

- 19 Mar 2019
- 4 dakikada okunur
Tarihten bugüne bakıldığında kadın erkek eşitliğinden bahsedilir durulur. Eşitlik nedir? Denk olmak mıdır? Eşitlik, eşittir fiziksel güç müdür? Kadın, erkek kavramları doğru mudur? Çatı aslında İnsan değil midir?

Tarihten bugüne bakıldığında kadın erkek eşitliğinden bahsedilir durulur. Eşitlik nedir? Denk olmak mıdır? Eşitlik, eşittir fiziksel güç müdür? Kadın, erkek kavramları doğru mudur? Çatı aslında İnsan değil midir?
Bu konu gündeme her geldiğinde hemen hemenherkes kadın ve erkeğin eşit olmadığını dile getirir. Ardından da mevzu fiziksel güç ayrılığına getirilir; Oysa kadın, erkek, gay, transseksüel, eş cinsel vs. eşittir. Çünkü as olan insandır.
Kadınları erkeklerden ayıran en önemli özelliği bebek dünyaya getiriyor olmalarıdır. Yani bir kadın hem bir kadını, hem erkeği veya bir eşcinseli dünyaya getirebilir.
Erkek egemen toplumlarda kadınlar, okumamalı, çocuk doğurmalı, evde oturmalı hatta erken yaşta evlendirilmeli ve birçok hakkından mahrum kalarak yaşamını sürdürmelidir. Çünkü kadınların mücadeleci ruhundan korkulur.
Bir düşünsenize köydeki emekçi kadınlarımızı, tarlada, evde her alanda üretkenliklerini sürdürürken haksızlar karşısında dimdik başkaldırmayı da bilirler.
Babam 70’li yılların başında işsizlik ve parasızlık nedeni ile “Almanya’ya gitmek zorunda kaldığında annem dört çocuğu ile tek başına 90 yılların başına kadar evinin hem kadını hem erkeği oldu. Uzun süren gurbet dolu yıllarda, hem annem hem babam büyük bir özlem içinde yıllar yılı birbirlerini beklediler, biz çocuklar ise babayı her zaman görememenin acısını içimizde hissederek büyümek zorunda kaldık. Annemin ve babamın yaptığı büyük fedakârlık sonucu bugünlere kadar düşe kalka geldik.
Bu dönemde anacığım sadece çocuklarına değil büyükbabama ve büyük büyükanneme de baktı hem de büyük bir özveri ile kendi anne ve babasına bakar gibi…
Öyle bir sorumluluğun altına girmişti ki annem, 70 ve 80 li yıllarda sağ sol olaylarının yaşandığı ve birçok ölümlerin, işkencelerin yaşandığı, gencecik bedenlerin yok edildiği, neredeyse her akşam silahların hiç susmadığı bu dönemde koskoca bir kartal misali kanatlarını açarak, bütün sevdiklerini bir çatının altında topladı.
Peki annemin o yıllarda ben kadınım bu benim işim değil deme şansı var mıydı? Tabii ki yoktu.
Çocuklarını ülkede yaşanan bu kaos ve savaştan koruyabilmek için polislerin önüne mi atlamadı? O dönemde gençlerin duvar yazılarını kireç ve fırça ile tek başına sabahın ilk ışıkları ile birlikte silmedimi. Kardeşlerimin okuldan dönmelerini kapılarda mı beklemedi. Kötü bir haber gelir mi endişesini her gün yüreği ağzında yaşadı.
Yılda bir kez gelen babam ise ailesine daha iyi bir gelecek hazırlamak için Almanya’da adeta bir köle gibi çalışarak aynı zamanda ikinci sınıf vatandaş muamelesi de görerekkötü psikolojik işkenceye maruz kaldı.
Almanya’da bir tır fabrikasında vardiyalı olarak çalışan babam, Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra da çalıştığı ortam yüzünden beyninde toplanan kimyasallar nedeni ile felç geçirerek, ömrünün son yedi yılını acılar içinde geçirdi. Bu kadar ayrılığın, didinmenin ardından gelinen son nokta böyle mi olmalıydı?
Yoksulluktan İlkokulu bitirmemiş bir anne ve babanın çocuğu olmama rağmen her ikisi de okuyamamanın acısını iliklerine kadar hissettiğinden olacak ki babam yurtdışından her geldiğinde;
Aynen şunları dile getirirdi.
“Çocuklar sizlerden tek isteğim var. Hepiniz okuyun ve iyi bir meslek sahibi olun. Benim ve annenizin yaşadığı zorlukları yaşamayın, erkek çocuklarım taşı sıksa suyunu çıkarır ve evini öyle ya da böyle geçindirir. Ama kız çocuklarım mutlaka okuyacak ve altın bileziğini koluna takacak”.
Bu arada altın bilezik, iyi bir ”meslek” idi.
Peki babam, Almanya’damülteci kampları gibi o küçücük odaya benzer yerlerde nefes almaya ve yaşamaya çalışırken, kendi temizliğini ve yemeğini hazırlarken bu kadın işi yapmam deme şansı var mıydı? Tabii ki yoktu.
“kadın ve erkek eşit değildir.” cümlesi ailemizde hiç kurulmadığı gibi din, mezhep,dil, ırk farklılar gözetmeksizin hep bir arada yaşamamız ve herkesin görüşlerine ve fikirlerine saygı göstermemiz gerektiği öğretildi.
Hiç unutmam bütün mahalle kadınları bahçemizde toplanır yazın koca koca kazanlar yakılır, kışa hazırlık yaparlardı. Salçalar, tarhanalar, turşular vs. Annem kalan ateş heba olmasın diye yoğurduğu hamurlardan gözlemeler ve bazlamalar pişirirdi. Alevi ve suni diye kimse ötekileştirilmezdi. Herkesin inancına saygı duyulurdu. Kimin neye ihtiyacı var ise koşulur ve yanında olunurdu.
Hangi cinse veya inanca veya inançsızlığa ait olursanız olun, hayatta kalabilmek için insanlar sadece kendi tercihleri doğrultusunda yol alamıyorlar maalesef sosyoekonomik şartlar yaşamlarımızın gidişatını belirliyor. Kapitalist sistem bunu size dayatıyor ve bu dayatmalar her geçen gün daha da zorlaşıyor ve ağırlaşıyor.
Kadınlar da yıllar yılı her alanda çalıştılar ve çalışmaya devam ediyorlar.
Bundan tam 161 yıl önce yani 1857 yılında New York’ta bulunan bir dokuma fabrikasında 40 bin işçi çalışma koşullarının iyileştirilmesi 16 saatlik iş gününün 8saate indirilmesi ve kadınlar ile erkeklerin eşit ücret alması konusunda grevi başladı.
Polisin işçilere saldırarak, fabrikaya kilitlemesi ve ardından çıkan yangında 129 kadın işçi feci bir şekilde can verdi.
Kadınlar insanca çalışma saatleri ve eşit ücret istiyorlardı. Hak arayışları canlarına mal oldu ve 53 yıl sonra 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında Almanya Sosyal Demoktrat Partisi önderliğinde fabrikada hayatını yitiren kadın işçilerin anısına bir gün olarak“8 Mart Dünya Kadınlar Günü” ilan edildi.
Kadın ve erkek olarak her alanda ayrıştırmaya çalışan kapitalist düzen,toplumu oluşturan bütün bireyleri bundan tam 161 yıl geçmesine rağmen hala “İNSAN” olarak görmüyor.
Çünkü kadın demek aynı zamanda ucuz iş gücü anlamına geliyor. Çok farklı iş çevrelerinde birkaç istisna dışında kadınlar ve erkekler aynı işleri yaptıkları halde hala erkeklerden düşük ücret almaya devam ediyorlar.
Eşitlik fiziksel güç ile değil yaptığın işle doğru orantılı olmalı. Eşitlik akıl, bilgi, beceri ve birikim ile olmalı.
Kültür ve sanatta bile hep erkek yazar, çizer, şairlerden bahsedilir. Oysa ki o kadar çok kadın, erke,gay, eşcinsel, transseksüel sanatçılar, yazarlar çizerler vardır ki kimse birkaç tanınmışın dışında onları görmez ya da bilerek görmezlikten gelir. Hatta en acı olanı diğer cinsel tercihleri olan insanlar bilerek ve istenerek, fuhuşa veya ölüme terkedilir.
Toplumun büyük bir bölümü bu durumlar karşında susar, duymaz ve görmez kısacası üç maymunu oynamaya devam eder. Sadece susar. Aslında bilmez ki susmak da taraf olmaktır. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasındır. O yılan bir gün onu da sokacaktır.
Her nereden gelirse gelsin bütün haksızlıklar karşısında “taraf” olmadan mücadele eden insanlar, vicdanlarını ve merhametlerini hala kaybetmemiştir. Bu susmayan vicdanlar “insanlığı” kurtaracaktır.
Dostoyevski’nin de dediği gibi “Hepimizin bir tek ortak özelliği vardı: İnsan olmak. Farklı inançlara, farklı etnik kökenlere, farklı cinsiyetlere, farklı dünya görüşlerine sahip olsak da hepimiz insandık.”



Yorumlar