EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET
- Neslihan Kalaycı

- 19 Mar 2019
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Haz 2019
ÇALIŞMA SAATLERİ VE EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET DİYEREK CANLARINDAN OLAN KADINLARIMIZIN ANISINA!..
Kadınlar, kadınlarımız 162 yıldır değişen nedir hayatımızda diyerek başlamak istiyorum…
162 yıl önce bugün 8 Mart 1857 yılında Amerikan’nınNewyork kentinde 40 bin kadın dokuma işçisinin günlük çalışma saatlerinin kısaltılması, ücretlerinin aynı işi yapan erkek çalışanlarla eşit olması için başlattığı direnişinin sonucunda kesin olmayan verilere göre 129 kadın dokuma işçisi yanarak can verdi ve birçoğu da yaralandı. Bundan tam 53 yıl sonra ise 8 Mart 1910 yılında Kopenhag kentinde 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı ikinci Enternasyonal toplantısında 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edildi.
Düşünün bundan tam 67 yıl sonra babam yine Almanya’dan yıllık iznini kullanmak üzere Türkiye gelmişti. Yıl 1977 bir hafta sonu akşamüzeri bütün çocuklarını etrafına toplayarak yaptığı şu konuşmayı hala dün gibi hatırlıyorum…
“Erkek çocuklarım ister okusun ister okumasın. Herkese eşit bir eğitim sağlayacağım. Erkekler sırtında taş taşır evini geçindirir. Ancak kızlarım okuyacak ve kollarına o altın bileziği takacaklaryani bir meslekleri mutlaka olacak ve kimseye muhtaç olmayacaklar.”
Sevgili babam ve annem bile o yıllarda bile bu düşünceye sahiplerken, yıl 2019 olmasına rağmen hala kör cahil bir toplum inşa etmek isteyen zihniyetler var.
Canlarım, 1970 yıllarda en yakın akrabalarına ve mahalle baskısına inat kızlarını okuttu. Bütün zorluklara rağmen annem bile yoksulluktan ilkokulu bitirememenin vermiş olduğu acı hafifletmek için 1980 yıllarda ülke genelinde başlayan okuma yazma seferberliğindeokula giderek, ilkokul diplomasını aldı ve hala daha söyler durur;
“okusaydım ya öğretmen ya da hemşire olacaktım.”
Bu kadar okumaya aç bir toplumdan bu kadar sığ, düşünmeyen, sorgulamayan sadece günü kurtaran bir toplum haline nasıl ve ne zaman dönüştük? Hele ki son yıllarda hala eğitim sisteminin nasıl olunacağına tam karar verilememişken ve çocuklar yarış atları gibi koşuşturulurken ve küçücük bedenleri şimdiden gelecek kaygısı ve korkusu yaşarken yaşadığımız toplumun bu küçük bireyleri gelecek yıllarda ne yapacaklar?
Son yıllarda tüm dünya genelinde ve özellikle de kendi ülkemizde kadınlara, çocuklara ve o güzelim varlıklara hayvanlarımıza şiddetin, tecavüzün giderek arttığı, şiddet gören kadınların boşanmak istediklerinde ise öldürüldükleri, tecavüzcülerin berat ettiği hatta utanmadan arlanmadan iyi hallerden indirim aldıkları, tecavüze uğrayanların tecavüzcüleri ile zorla evlendirilmeye çalışıldığı bağnaz, kötü ve canavar bir toplum halinden nasıl kurtulacağız? Bunun başında iyi bir aile ve akabinde iyi çocuk yetiştirmek için geçim standartlarını yükseltmeli ve eskiden olduğu gibi “Köy enstitüleri” gibi çağdaş kurumların açılması gerekiyor. Okumayan, sorgulamayan, düşünmeyen bir toplumu acil bir şekilde kalkındırmak gerekiyor.
Bu topraklar üzerinde herkesin birbirini anlamaya, saygı ile karşılamaya ihtiyacı olan bu zamanlarda din tacirlerine ve tüccarlarına kesinlikle bırakılmamalı ve gerçekte din-i maneviyatı yüksek olan insanların sömürülmemesi için gereği yapılmalıdır ve herkesin dini ne olursa olsun ve/veya olmasın saygı duyulmalıdır.
Bu vatan için; dini, dili, ırkı ne olursa olsun oysa Kurtuluş savaşında kadın, erkek çoluk çocuk bir araya gelerek, ölümüne yan yana omuz omuza savaşmamış mıydı?
“Cinsiyet” dili ayrımı kadar insanları ötekileştiren daha kötü ne olabilir? Aslında önemli olan kadın, erkek, biseksüel, gayvs olmak mıdır? Yoksa önemli olan vicdanı ile merhameti ile sadece insan olabilmek midir?
Sevgi ve Saygı ile Nazım Hikmet'in o anlamlı dizeleri ile yazımı sonlandırmak istedim…
KADINLARIMIZ
Ayın Altında Kağnılar Gidiyordu. Kağnılar Gidiyordu Akşehir Üstünden Afyon’a Doğru. Toprak Öyle Bitip Tükenmez. Dağlar Öyle Uzakta, Sanki Gidenler Hiçbir Zaman Hiçbir Menzile Erişmeyecekti. Kağnılar Yürüyordu Yekpare Meşeden Tekerlekleriyle. Ve Onlar Ayın Altında Dönen İlk Tekerlekti. Ayın Altında Öküzler Başka Ve Çok Küçük Bir Dünyadan Gelmişler Gibi Ufacık, Kısacıktılar Ve Pırıltılar Vardı Hasta, Kırık Boynuzlarında Ve Ayakları Altında Akan Toprak Toprak Ve Topraktı Gece Aydınlık Ve Sıcak Ve Kağnılarda Tahta Yataklarında Koyu Mavi Humbaralar Çırılçıplaktı. Ve Kadınlar Birbirlerinden Gizleyerek Bakıyorlardı Ayın Altında Geçmiş Kafilelerden Kalan Öküz Ve Tekerlek Ölülerine. Ve Kadınlar Bizim Kadınlarımız: Korkunç Ve Mübarek Elleri, İnce, Küçük Çeneleri, Kocaman Gözleriyle Anamız, Avradımız, Yârimiz Ve Sanki Hiç Yaşamamış Gibi Ölen Ve Soframızdaki Yeri Öküzümüzden Sonra Gelen Ve Dağlara Kaçırıp Uğrunda Hapis Yattığımız Ve Ekinde, Tütünde, Odunda Ve Pazardaki Ve Karasabana Koşulan Ve Ağıllarda Işıltısında Yere Saplı Bıçakların Oynak, Ağır Kalçaları Ve Zilleriyle Bizim Olan Kadınlar Bizim Kadınlarımız Şimdi Ayın Altında Kağnıların Ve Hartuçların Peşinde Harman Yerine Kehribar Başaklı Sap Çeker Gibi Aynı Yürek Ferahlığı, Aynı Yorgun Alışkanlık İçindeydiler. Ve On Beşlik Şarapnelin Çeliğinde İnce Boyunlu Çocuklar Oynuyordu. Ve Ayın Altında Kağnılar Yürüyordu Akşehir Üstünden Afyon’a Doğru



Yorumlar