ELMA KOKAN ÖLÜMLER
- Neslihan Kalaycı

- 19 Mar 2019
- 6 dakikada okunur
Çocuk olsam yeniden… Bir tek düştüğüm için acısa içim ve kalbim, çok koştuğum için çarpsa sadece…

Çocuk olsam yeniden… Bir tek düştüğüm için acısa içim ve kalbim, çok koştuğum için çarpsa sadece…
Cemal Süreyya
Savaşları çıkaran liderlerden hep duyarız, bu ülkeye yapılan savaşı kınıyoruz, şu ülkeye yapılan kimyasal silahlar sonucu ölen insanlar için çok üzülüyoruz ve kınıyoruz.
Kendi çıkardıkları savaşları da kendileri kınıyorlar. Nasıl bir duygu olmalı bu? Psikologlara sormak gerekiyor diye düşünüyorum. İnsanlığın gözünün içine baka baka “ülke çıkarlarımız bunu gerektiriyor diyerek” hiç durmaksızın silah üretimi yaparak hatta en canilerini üretmek için yarışarak, düşman diye ilan ettikleri ülkelere bile satmak…
Kendimi deli bir sarmalın içinde hissediyorum. Neden mi? İnsanlıktan çıkmış bu şeytanlar karşısında nefessiz kalıyorum.
Bu koskoca adamlar, sanki bir bilgisayar oyununda sanal bir âlemde oyun oynuyorlar. Bütün dünya ülke liderleri için söylüyorum bunu. Gerçek anlamda dünyada doğayı ve insanlığı yok ediyorlar. Bizler köleler ise adeta ölüm sıramızı bekliyoruz.
Açık Radyo’da yıllar önce yapılan bir programda şuna benzer bir cümle duymuş ve çok etkilenmiştim. “Suriye’de yaşayan vatandaşlar, kafalarına bombalar yağmaya başlayınca” savaşın etkisini hissetmeye başlamışlar. Ülkelerinden kaçmaya başlamışlar.
Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, İsrail, Türkiye veya başka ülkeler, ne uğruna savaşıyorlar ve çocuklarını, gençlerini öldürtüyorlar.
Hem her alanda düşman yaratıyorlar sonra da kendi yarattıkları düşmanları sözde kendi yavrularına zarar gelmeyecek şekilde başka yavrular ölsün ne olacak kilerle birbirlerine kırdırıyorlar.
Amerika yıllar yılı orta doğudaki bütün ülkelere nasıl girdi? Sözde demokrasi, barış getirmek amacıyla…Öyle olmadığının herkes farkında Leonard Kohen’in de dediği gibi
“Herkes biliyor zarların hileli olduğunu. Herkes biliyor iyilerin kaybettiğini. Herkes biliyor dövüş önceden ayarlanmıştı. Yoksullar yoksul kalır, zengin zenginleşir. İşler böyledir. Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini. Herkeste babaları ya da köpeklerini biraz önce ölmüş gibi buruk bir his var. Herkes cebi için konuşuyor. Herkes biliyor anlaşmanın hileli olduğunu. Yaşlı siyah Joe senin kurdelelerin ve fiyonkların için hala pamuk topluyor. Herkes biliyor…”
ABD, içine girdiği her ülkede bir iç savaş çıkartarak, sömürmeye ve toplumu bir çıkmaza sürüklemeye devam ediyor…
Bütün ülkeler, nerede ruh hastası var ise kötülüklerle beslenen en cahilleri ve canileri bir yerde topluyor. Her alanda para, güç, silah vererek bir topluluk haline getiriyor ardından da “teröristler” diyerek büyüttükleri bu yapıları sözde yok etmeye çalışıyor.
Yıllar yılı süren İran-Irak savaşı ardından Amerika’nın başkanlığında diğer ülkelerden de ittifaklar yaratarak, Irak, Afganistan, Ruanda, Libya, Mısır, Tunus, Lübnan ve Suriye’de çıkardığı iç savaşlar ortada.
Burada ülke halklarını düşününler yok. Çünkü bu oyunlarda hangi ülke hangi ülkeye yakınlaşmalı, kimde petrol var? Kimde doğal kaynaklar var? Kim de para var? Güç gösterileri eşliğinde “EŞ” değiştirerek sivil toplumu yok ediyorlar.
Suudilere ise şimdilik dokunmama nedenleri hem petrollerinin hem de paralarının olması… O nedenle durmadan silah satarak, sözde Müslüman olan bu ülkenin din kardeşlerini öldürmelerini sağlıyorlar.
Sıradan bir insan olarak din, dil, ırk gibi ayrımlara kesinlikle inanmayanlardanım. Bütün dünya ülkeleri bu tür kavramlar olmasa savaşları nasıl çıkarırlardı? Tabi ki çıkaramayacaklardı. Bir arada veya ayrı ayrı yaşayan insanların birbiri ile hiçbir dert ve sorunları yok.
Savaş çığırtkanlığını daha çok pompalayarak, insanın insan denen o varlık olmasından utanır hala getirmeyi başardılar sonunda.
Şöyle bir yakın tarihimize acı acı baktığımızda;
Lübnan da yaşanan iç savaş 15 yıl sürdü. Yaklaşık üçyüz bin insan hayatını kaybetti ve birçok insan yaralandı ve sakat kaldı. Bir çoğu da göç etmek zorunda kaldı.
Bundan tam 30 yıl önce ise İran ve Irak savaşı sürerken, Talabani ve İran askerleri Halepçe’yi geçerek, gece botlarla Derbendikan Gölünün güneyine çıkıp, Süleymaniye karayolunu tuttular. Tüm iletişim hatları kesildiğinden bölgenin Irak’la bağlantısı kopmuştu. Saddam Hüseyin İran ordusunun daha fazla ilerlemesini önlemek için kimyasal silah kullandı.
İlk önce bombalarla her yer yerle bir edildi. Maalesef ki bombalarla yaşamaya alışan bölge halkı önce sığınaklara ve evlerine koştu.
Ardından ikinci bomba atıldı ve ortaya inanılmaz “elma kokusu” gibi hiç kimsenin anlam veremediği yoğun bir koku yayıldı. Evlerine sığınmaya çalışan insanlar başka olmak üzere bütün canlılar havyanlar da dahil olmak üzere genizlerinde hissettikleri gaz ile bulundukları yerde ölmeye başladı.
O yıllarda gazetelerde gördüğüm bir fotoğraf vardı ki hala aklıma her geldiğinde büyük yumru düğümlenir boğazıma, bir annenin birkaç aylık bebeğini kucağında sıkı sıkı tutarak bırakmadan bulundukları oracıkta can vermiş olmaları…Benim için tarifi imkansız bir ıstırab…
Bu gazı soluyan hemen hemen herkes kimi kapısının önünde kimi evinde kaçmaya çalıştığı yerde ölüm kendilerini bulmuş. Yaklaşık beşbin insanın hatta hayatlarını kaybetmişlerdir.
Yaşamlarını yitirenlerin birçoğu ise kadın ve çocuktu…
Suriye’de de İblid’e Esad rejimi tarafından yapılan bombalamanın ardından yine aynı şekilde havada çok keskin genzi okşayan bir “elma kokusu” yayılmıştı.
Bunu hisseden başta “ÇOCUKLAR” kokunun geldiği yöne doğru koşmaya başlamışlar.
Çocuklar başta olmak üzere siviller kokuyu solumaya başladıkları andan itibaren genizlerinde ve ciltlerinde bir yanma hissi duymuşlar bu sefer evlerine doğru koşmaya başlamışlar ve ardından boğularak hayatlarını kaybetmişler.
Düşünün ne olur bir kez olsun bunlar çocuk, çocuklar ne ister?koşup oynamayı, şekeri, çikolatayı, meyveyi… Ne anlarlar savaşlardan, kavgalardan en fazla yaptıkları kavga oyun sırasında itişip kakışmaktır.
1957 yılında Nazım Hikmet Ran, Hiroşima’ya yapılan katliamından sonra 7 yaşındaki japon kız çocuğu için bir şiir yazar,
KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
İnsanlığımdan utanıyorum ve nefes alamıyorum derken beni şimdi daha iyi anladığınızı düşünüyorum.
II. Dünya savaşı’nın sonlarına doğru bundan tam 73 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri “Küçük Oğlan” isimli atom bombası ile Batı Japonya’nınÇugoku bölgesinde bulunan Hiroşima’ya saldırdı.
Bombalamanın ardından o fotoğrafta koşan insanları hala görüyorum ve içimde hissediyorum. İlk anda yaklaşık 70 bin insanın hayatını yitirdiği, yaydığı kimyasallar yüzünden birçok insanın radyasyon ile ilgili kanser ve ölümcül vakalarla karşı karşıya kaldığı biliniyor. Bugün bile etkilerini gösterdiği söylenir.
Almanya’da Hitler döneminde ise Yahudi nüfusunun 3’te 1’i katledildi. Bunlardan 1 milyondan fazlası çocuktu.
Tam 80 yıl önce küçücük bedenlerin, trenlere bindirilerek, şarkılar söyleterek, sanki gezmeye götürülür gibi kamplara götürülmeleri ve ardından yakılacak fırınlara sokulmaları…
Kadın, erkek, çocuk hiç ayırt etmeden… Can almaları. Hep şunu düşünmüşümdür. O an içlerden biri de çıkıp biz ne yapıyoruz diye kendine sormadı mı? Olaylar karşısında kafayı sıyırmadı mı? Özellikle o kamplarda bu cani işlemleri yapanlar?
Fakat şunu biliyorum ki yardım etmek isteyen bu o kadar da insan olmuştur.
Tarih kitapların yanı sıra seyrettiğimiz filmler özellikle beni etkileyen, “Kara Kitap, Bir Avuç Misket, Umut Bahçesi, Hayat Güzeldir, Piyanist ve Hayat Treni”
Geçenlerde yönetmen NikiCaro’nun “Umut Bahçesi – TheZookeeper’s” filmini seyrettim. Oyuncular JessicaChastain, Daniel Bürhl, JohanHeldenbergh, konusu ise Polonyalı bir karı koca çift Varşova Hayvanat bahçesini yönetmektedirler. Soyu tükenmekte olan hayvanlara hayat vermektir amaçları.
Ancak 1939 yılında ülkeyi Naziler işgal edince, Varşova gettosuna dönmüş olan yerde yaşayan binlerce can vardır. Kendi canlarını da tehlikeye atarak bu bahçenin gizli bölmelerinde birçok Yahudi aileyi saklarlar. Sonra da ülkeden çıkarmayı başarırlar. İyilerin çoğalmaları ve dünyaya güzellikleri yaymaları gerekmektedir.
Savaşlara döndüğümüzde ise23 yıl önce ise Bosna Hersek savaşında Boşnak sivillerin Sırplar tarafından katledildiği günlerdi. Göründüğü üzere tarih her şeyi kayıt altına alıyor.
Srebrenista İkinci Dünya savaşı’ndan sonra Avrupa’nın en büyük katliamı olarak biliniyor. Birçok kadının ve çocuğun tecavüze uğradığı katledildiği ve bütün dünyanın aynı körfez savaşını seyrettiği gibi izlemesi… Büyük bir utanç olarak tarihe geçti. Bu savaştan kaçabilenlerden hayatta kalanlar mülteci olarak yaşamlarını sürdürdü.
Suriye’deki savaştan kaçmaya çalışırken, Muğla’da cansız bedeni kıyıya vuran henüz 3 yaşındaki o minnacık canı Aylan bebeği hatırlıyor musunuz? Veya Halep’e yapılan hava saldırısı yüzünden 5 yaşındaki Omran bebeğin ambulansta yüzü gözü kan içinde şokun etkisinde tepkisiz bir şekilde oturarak hatta ağlamadan öyle sadece oturttuğunu hatırlıyor musunuz?
Türkiye’de kendi bildim bileli Türk-Kürt, Alevi-Suni çatışmaları devam ederken, bunu bitirmeye çalıştıkça birileri kaşımaya ve aynı ülkede nefes alan hatta arkadaş, eş, dost olmuş insanları birbirine düşman hala getirmeye çalışan büyük güçler var.
Bu düşmanlıklar devletin doğuda uygulamaya başladığı komando baskılarına karşı 1967 yılında bölgede başlayan gösteriler.
O dönemde Türkiye İşçi Partisi önderliğinde Cumhuriyet sonrası kitlesel olarak gerçekleştirdikleri ilk hak arama eylemi oldu.
Hem Kürt sorununu hem de o dönemdeki sol ve sosyalist hareket içerisinde yerini aldı. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından sol hareketi gelişimi engellenmeye çalışılırken PKK nın temellerinin atılması da döneme denk gelir.
Yıl 2018 görünen o ki bu savaş körüklenmeye ara ara durmuş gibi görünse de yeniden alevlendirilmeye çalışılıyor. Çocuklar ve gençler kin ve nefretle büyültülmek isteniyor. Aynı coğrafyada hepimiz barış içinde yaşayabiliyor ve nefes alabiliyoruz.
Bizler bir arada olunca aslında “BİR OLUYORUZ.”
Savaş zihniyeti içinde var olan insanlar ve bununla beslenen kapitalist ülkeler, tarihin tozlu sayfalarında yaşananları görerek, kötü tarihi yeniden yeniden yaşatmaya çalışıyorlar.
Dünya üzerinde süren en uzun savaş İsrail ve Filistin…
Nedeni ise kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Akdeniz sahili ile Şeria Nehri arasındaki bölgede hak iddia etmeye dayandığı…
Filistinliler, sömürgecilik, sürgün ve askeri işgali izleyen büyük kayıp ve acılar ile son 100 yıldır kaderlerini belirlemek istiyorlar.
Öte yandan İsrail ise Yahudiler için dünyanın her yanında yüzyıllardır süren zulümlerin ardından atalarının topraklarına geri dönemeye çalıştıkları dile getiriyorlar.
Bunca yıldır savaşmak yerine ortak bir paydada buluşup barış içinde var olmaya çalışsalardı. Bu kadar aile, kadın, erkek, çoluk çocuk acı çekmeseydi. Ne olurdu?
1897'den 2018'ekadar hala devam eden İsrail-Filistin savaşı 121 yıldır süre gelen başka ülkelerinde buna çanak tutması ile hiç bitmeyen ve dinmeyen bir öfke ve yok olup giden canlar…
Peki bu savaşlar devam ettikçe yarın bizlerin de birer mülteci olmayacağını kim söyleyebilir?
Dünya tarihi maalesef ki savaşlarla dolu hiç son bulmayacak gibi.
Ama biliyorum ki benim gibi “BARIŞ” özlemi içinde olan büyük bir çoğunluk da var.
Çocuklarımız nedenlerini bile anlayamadığı bu kadar kan, kin, nefret ve gözyaşı içinde neden büyüsünler.
Neden? Dünya vatandaşı olmasınlar!..
Ülke sınırları olmasa bu savaşlar da olmayacak. Bu çok ütopik gelebilir ancak o günler çok da uzaklarda değil… İnanmakla başlayacak her şey. Bizler gibi düşünen ve giderek büyüyen yüreklerle olacak.
Savaşların olmadığı, barışın topraktan ekinler gibi baş göstererek çoğaldığı, bombaların değil sevgi tomurcuklarının çocuklarımızın üzerine yağacağı umut dolu bir gelecek ümidi ile…



Yorumlar