AŞK DELİLİK İSE SEVGİ NEDİR?
- Neslihan Kalaycı

- 19 Mar 2019
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Haz 2019
Hayatta her şeyi kalıpların içine yerleştirerek, kendi istediğimiz şekli ile de çıkarmak isteriz. Dışına çıkıldığında ise büyük bir şaşkınlık ve öfke duyarız.
Hayatta her şeyi kalıpların içine yerleştirerek, kendi istediğimiz şekli ile de çıkarmak isteriz. Dışına çıkıldığında ise büyük bir şaşkınlık ve öfke duyarız.
Bir dönem büyük aykırılıklarına ve duruşuna hayran hatta aşık olduğumuz kişi bir zaman sonra bize neden üzüntü, sorun ve sıkıntı veren birine dönüşür. Aslında dönüşen kendimiz miyiz? Ya da dönüşmeyen keskin ve kırılgan çizgilerimiz midir?
Ben dahil olmak üzere aşkın o ilk çılgınlık hallerinden çıkmadan önce karşımızdakinin kişiliğinde kendimizce uygun olmadığını düşündüğümüz her şeyi görür ama kabul ederiz. hatta o aykırılıklar bize ne tatlı ne hoş ne kadar cazip gelir. İlk heyecan ve ilk bakış ve ilk dokunuş nasıl güzel dokunur ruhumuza, bedenimize…
Aşk ve sevgi karşılıklı bir alış veriş midir? Karşılıklı alış veriş olur ise bu durum ticaret mi olur?
Kalıplaştırmadığımız, hayırlarımızın olmadığı birlikte olunan o keyifli dakikalar hiç ama hiç bitmesin isteriz. Saatin üzerindeki birbirini kovalayan, yelkovan ve akrep adeta düşmanız olur. Her şey farklı görünür gözümüze ama her şey…
Aşk sınırların ve kuralların ortadan kalktığı, sevgiye dönüşünce de sınır ve kuralların dolu dizgin gittiği bir duygu hali midir?
İnsan aşık olduğunda karşılıklı yapılan bütün özveriler görev değildir, olması gerekendir aslında. Hatta daha farklı nasıl mutlu edebilirim onu diye karşılıklı yarışır dururuz. Farklılıklarımız aslında tamamlayandır bizleri...
Birbirimizi, “şunu yapma, şöyle durma, şunu söyleme, burada yemek ye, şu arkadaşınla görüşme, şuraya gitme gibi sonu gelmeyecek kalıpların içine sokmaya” çalışmayız. Sonrasında ne olur da o farklılar insanlara batmaya, hor görmeye ve ağır gelmeye başlar gerçekten ne olur???
Yemek yeme şekline bile bayıldığımız, gözlerinin içine bakmaya doyamadığımız o anları kimler alır elimizden, yüreğimizden, ruhumuzdan…
Bir düşünelim; dışarda yürürken çiçekler görürüz kaldırımlarda üstüne basar geçeriz belki. Ancak bir çiçeği bir saksının içine yerleştirdiğimizde gözümüz gibi bakarız. Çok sevdiğimiz canlıları bile evde beslemeye başladığımızda başka bir gönül bağı oluşturur hatta kurallar koyar, kurallarla dolu bir yumağın içine hapsederiz aslında. Bu sahip olma duygusu mudur?
Bence sahiplenme kölelik duygusunun hastalıklı bir evresidir. Kimse kimsenin sahibi değildir.
Ne olur da sevme şeklimiz değişir? Yazarken bile şeklimiz diyorum düşünsenize bu kavram ne kadar işlemiş beynimize. Hayata dair olan her şeyi şekillendirmek nedendir?
Bir çember çiziyor, kafamızda türlü senaryolar yazıyor, rolleri de dağıtıyor, rollerin dışına çıkan olursa hemen eleştiri toplarına tutuyoruz. Şöyle bir durup kendi öz eleştirimizi yapmak hiç aklımıza gelmiyor, hep karşı tarafı suçluyoruz. “Ya ben, ben ne yaptım veya neler yapıyorum da ilişki bu halde.”
Bizler bence durmamız gereken noktayı bilmiyoruz. Çünkü saygıyı bilmiyoruz. Saygı nerede başlar? Nasıl başlar? bunu bilmiyoruz. İşin özü “haddimizi” bilmiyoruz. En önemlisi de mütevazi olmayı bilmiyoruz.
Çünkü toplum bize mütevazi olmayı öğretmemiş, Nuri Bilge Ceylan’ın da dediği gibi, “Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz. Kültürün bütün elemanları insanları şişinmeye, öğünmeye, defolarını gizlemeye itiyor.”
Bu sosyokültürel bir deformasyon aslında, alçak gönüllü olduğumuz her noktada karşı tarafa taviz veriyor ve bütün alanlara girebilme izni çıkartmış gibi algılanıyor.
Bizler, ne sevmeyi, ne mutlu olmayı ne de huzurlu olmayı öğrenemedik. O nedenle birçok kadın eşleri, sevgilileri veya yakınları tarafından şiddet görüyor ve hatta öldürülüyor.
Sevme kültürü maalesef ki çocukluğumdan bu yana “ya benimsin, ya toprağın” gibi ipe sapa gelmeyen saçma bir hal almış durumda.
Daha vahimi ise 2018 yılı içerisinde 440 kadın yakınları tarafından öldürüldü. Bu hastalıklı durum her yıl giderek çoğalıyor. Hastalıklı ruhlar etrafımızı daha fazla sarmadan “Gerçek Sevgi” yoğrulmuş toplumlar inşa etmek gerekiyor.
Psikanalist, filozof ve Psikolog Erich Fromm,der ki ” Sevmek bir eylemdir edilgen bir duygu değil. Bir şeyin “içinde olmaktır" bir şeye "kapılmak" değil. En genel biçimiyle sevmenin etkin yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir.
Kimsenin kimseyi kalıplaştırmadığı, özgür alanlarına da fütursuzca girmediği saygılı ve özgürce sevebilen bir toplum olma ümidi ile…



Yorumlar