METRO VE SİSTEMİN KÖLELERİ
- Neslihan Kalaycı

- 19 Mar 2019
- 4 dakikada okunur
“Doğada başka canavar var mıdır? Savaşları çıkaran, doğayı katleden” ardından da yardımlar için kurumlar kurup para toplayıp yarattığı cehennemi sözde iyilik melekleri ile doldurup cenneti yaratmaya çalışan iblistir İnsanoğlu…

“Doğada başka canavar var mıdır? Savaşları çıkaran, doğayı katleden” ardından da yardımlar için kurumlar kurup para toplayıp yarattığı cehennemi sözde iyilik melekleri ile doldurup cenneti yaratmaya çalışan iblistir İnsanoğlu…
Nefes almanın bile insanlara zül olduğu bu ortamda hiçbir şey daha iyiye gitmiyor. “Yarınlar çok güzel olacak, güneş doğacak ve iyilik kazanacak” umutlar yerini daha büyük felaketlere bırakıyor. İnsan denen mahlûk yarattığı her şeyin eseri oluyor, paranın, mevkiinin, gücün ve daha fazla daha fazlası diyerek, ömürlerinin hiç son bulmayacağını düşünerek, her şeye hükmederek felaketler zincirinin en zayıf halkası İNSAN.
Yeryüzü oysa ki bir denge üzerine kurulu gökyüzü, yıldızlar, güneş, ay ağaçlar, börtü, böcek, hayvanlar, insanoğlu bunları tamamen yok etmek için mi gönderildi?
Bir tarafım ise hiç durmadan umutları ve hayalleri yitirmemek gerektiğini söyleyip duruyor. Yok ise nasıl yaşar insan bu kadar kötülüğün içinde nasıl var olur en önemlisi nasıl nefes alır?
Sabahın ilk ışıkları henüz aydınlanmadan her sabah annemin o güzel sesi ile yataktan kalkıyorum. Aç aç bana bakan dört gözle burun buruna geliyorum. Pinto ve Nino tok evin aç kedileri… Elimi yüzümü yıkadıktan ve dişlerimi fırçaladıktan hemen sonra mamalarını tabaklarına yerleştiriyor ve hızlı bir şekilde hazırlanmaya başlıyorum. İşe geç kalma endişesi yaşarken bir taraftan ise hayatı bazen yavaşlatmak gerektiğini düşünüyorum. Ancak kapıda bekleyen başka canların sesini duyuyorum.
Çünkü kapıda bekleyen Dombalak, Kömür, Tarçın, Fiyonk ve pazen de beni bekliyor. Onları da doyurmanın ardından içimde inanılmaz bir huzur ile kocaman ağaçlarımızın oluşturduğu o güzel yoldan mis kokular eşliğinde henüz egzoz kokuları ile hava dolmadan yürümeye başlıyorum.
Göğe bakıyorum yıldızlara, aya ve bir çıt sesinin bile olmadığı doğayı dinliyorum. Beynimin içinde güzel ezgilerin güzel sesi yükseliyor. Bütün kötülüklerin bir an yok olduğunu herkesin huzur ve güven içinde mutlu mesut olduğunu hayal ediyorum. DOĞANIN..
Bu duygular içinde bakkalıma geliyorum. Bakkalımın kedisi Balımı da sevmenin ardından sevgili Ferhat ağabey ile zaman ki gibi rutin selamlaşmalarımızı yapıyoruz.
Günaydın Ferhat ağabeyGünaydınBugün nasılsın? İyiyimYa senBen de iyiyimSıcacık bir simit ister misin?Tabi kiYanına bir ayran olsun abiİyi Çalışmalar, iyi bak kendineSen de
Metro durağına henüz gelmeden bu sefer tekelimizin köpeği Şeker karşılıyor beni çıkarsız, sıcacık güzel bir sevgi çemberi oluşturuyor etrafımda bıraksam Metro’ya bile inecek benimle… Arkadan bir ses yükseliyor.
“Şeker buraya gel”
Abla size de iyi çalışmalar derken bile yüzünde muzip gülümsemesi eksik olmuyor çünkü Şeker her sabah önüme atlıyor. Günün öpücüğünü almadan bırakmıyor beni…
Bu güzellikleri bir bir içime çekerken, beni içine alan o dar, kötü kokan tabuta giriyorum sanki birden bire…
Ruhları içinden alınmış et yığınlarının içine dahil olmaya az kalıyor ve son kez gökyüzüne bakıyor ve gözlerimi kapatıyorum.
Metro’nun beni aşağı çeken yürüyen merdivenlerinde kendimi bir iskelete benzetiyorum. Benimle birlikte yürüyen herkes iskelet yığınları, suratları asık, mutsuz ve umutsuz…
Bizleri daha fazla köle haline getirme üzerine kurulmuş bu vasıtalar, kısa sürede işimize ya da evimize götürüyor gibi tasarlansa da üstünden hem para kazanıyorlar hem vergilerimizi alıyor hem de bizleri sistemin içinde ölene kadar çalıştıracaklarını garantiliyorlar.
Sabahın 06:00 sında bütün koltuklar boş. Herkes kendine uygun bir yer seçiyor. Kimi uyumayı, kimi kitap okumayı, kimi müzik dinlemeyi seçiyor. Aslında bulunduğu ortamdan kurtulmaya çalışıyor. Biraz olsun kendi olmak istiyor.
Ben ise çıktığı günden bugüne kadar elimden hiç düşürmediğim aylık edebiyat dergimi “Masa”yı açıyorum. Her hikayede beni içine alan kelimeler ruhuma bazen hüzün bazen umut aşılıyor adeta. Yazma dürtümü her seferinde biraz daha fazlalaştırıyordu. Ok
uduğum, seyrettiğim, gördüğüm durumlar silsilesi… İnsanların devamlı bir arayış ve bulamayış içinde olmaları.
Metro’da bazen herkesin yüzüne saniyelik de olsa bakıyorum. Bazen insanların yüzünde bir tebessüm bazen üzüntü bazen de nötr bir ifade görüyorum. Beyinlerinin içinde belki iki veya üç kişi konuşup duruyorlar, kuruyorlar, soruyorlar ve sonunda kendi kendilerine cevap veriyorlar ve nihai olarak hep mutsuzlar. Küçücük bir bakıştan, dokunuştan güzellikler çıkartamıyorlar. Hele bu son yıllarda bir garanticilik peşinde koşanlar, ilerisini düşünerek anı yaşamadan endişe ve korkulara kapılanlar ve bu kaosun içinde girdabın içine girerek kendilerini anti depresan haplarla çare arayanlar sonuç kopuşlar içinde yokoluşlar…
Sistem insanları o kadar mutsuz ve eşit olmayan bir çarkın içine sokuyor ki uzun yıllar çalışarak, ömrünün son günlerinde hastalıklar içinde hastane kapılarında nefesini verecek hale getiriyor. Bir çok genç bırak orta yaşlılığı daha gençliğinin başında ölüyor ya da sakat kalıyor. Dünyada para güçlerini elde tutan o aileler ve erkler yüzünden küçücük bendenler toprağa giriyor ve en acı olanı bu yüzyıllardır hiç değişmiyor.
Demir yığınlarının içinde yol almaya devam ederken, kendi iç hesaplaşmalarımı yaparken “sen kimsin?” diye sormaya devam ederken, ineceğim durak geliyor.
Evet ben kimim bu dünyaya neden geldim? O kadar spermin içinden bir tanesi hayata tutunmayı başarmıştı oysa ki. Ben bu hayata neden tutunamıyor, yıllarca çalışmanın verdiği emeğin karşılığında buradan gelip giderken dünya için ne bırakacaktım? İnsanların giderek daha mutsuzlaştığı birbirine yabancılaştığı hiçbir şeyden tatmin olmayan devamlı isteyen, tüketen giderek daha da canavarlaştığı bu dünyada ne yapacaktım?
İnsanoğlu ister hem de bencilce ister öncelik hep kendisinde olsun ister. Hem kendini tüketir, hem karşısındaki tüketmeye başlar ve hep suçlayacak birilerini bulur her daim bulur.
Şöyle yaptılar da ondan oldu.Böyle yaptılar, aslında şöyle olsaydı vs…
Şöyle bir sırtını yaslayıp, aslında ben ne yaptım diye öz eleştiri yapmaz. Hep bir savunma halindedir. Kalkanları ve sınırları vardır. Fütursuzca o herkesin sınırlarının içini bırak dibine kadar girer ancak kendine yapıldığında saygısız olarak nitelendirir.
Metro’dan yukarı tabutun içinden dışarı çıkmaya başladığım anda gün hala aydınlanmamıştı. Derin bir nefes çekerim içime ancak bu sefer öksürükler eşliğinde çekilen o kötü hava tekrar dışarı verilir. Uzaklarda bulunan adaya ve denize bakarak o güzel martıların şarkıları eşliğinde çalışacağım yere bu kez daha yavaş adımlarla yürümeye başlarım. Ancak içimde yine tarifi imkansız güzel bir duygu kaplar çünkü yüzyıllık çınarların arasından yürüyerek, iki güzel varlık kuyruklarını 360 derece çevirerek bana doğru koşmaktadır. Köpeklerimiz Sarı ve Siyah…
Evden getirdiğim küçücük yemekleri tek tek ağızlarına bırakırken, elimde bıraktıkları hissi hiçbir şeye değişmem. Çünkü bu verdiğim yiyecekler bırakın karınlarını doyurmayı dişlerinin kavuklarına bile gitmez. Burada karşılıklı yaşanan tek şey sevgidir.
Hesapsız, kitapsız, yalansız, dolansız yaşanan o an duyulan SEVGİ…



Yorumlar